10 Aralık 2009 Perşembe

Herkes kadardın sen de.


Önce kuşlar ölecek,
Arkasından ağaçlar.
Tanıdğın tüm tatlar kaybolacak ardından.
Bildiğin insanlar yabancı
Tanıdığın hayatlar uzak olacak.
Ve sen hala karşımda oturup
"Neden" diye soracaksın utanmadan...

25 Ekim 2009 Pazar

Zamansız Gelen


İlk çıktığın yerde hala o;

Bekliyor zamanı(nı) geçmesine rağmen(zaman onun değildi çünkü)
Yaşlanmaktan korkmadan,
Şikayet etmeden

Şimdi yaklaş ona,
Kendini göreceksin
Sakın şaşırma


Bu zamana kadar görmedin;

Bundan sonra da bakma!


Yitik geceye son(suz) serenad.


Bir intihar sonrasındasın bu akşam...
Daha önce yürüdüğün yolları şimdi hatırlayamayışına kızıyorsun;bir gittiği yeri bir daha unutmayanlardandın çünkü sen.Oysa şimdi her şey o kadar yabancı ki şu tanıdık dünyada sana...Neyin uğruna şu anda şu yolda yürümekte olduğunu bile kestirememişken hele!Buraya nasıl geldin onu bile hatırlamıyorsun değil mi?Yalpalayarak köşeden dönmüştün en son..
Çok mu içtin acaba?Yok;sen içkiyi fazla kaçırmazdın ki hiç.İnsan böyle bir durumda kendinden bile şüphe ediyor öyle değil mi?EN çok güvendiği,içinde oturduğu yuvasından şüphe etmek...
"Ola ki mütemadiyen kendinden şüphe ediyorsan,hiç kendin olmamışsındır" Bunu sen dememiş miydin herkeslere;seni olduğun gibi kabul etmeyi reddeden her insana teker teker?
E peki değişen ne şimdi?Sen hala yürümektesin,nereye varacağını bilmeden...
Bu günün sabahında,günü böyle bitireceğini sana söyleseler eminim ki o insanlara şöyle bir gülümser;"Hadi ordan canım sen de" der geçerdin değil mi?
Söyleseler inanmazdım deme bana sakın,sendin içten içe bu gecenin hayali ile yanan.Şu içinde olduğun anın hayali ayakta tutmadı mı seni onca zaman seni reddedenlere karşı?
Kaçıştı senin için,gündüzlerin gölgelerini gece serdiği bu yol.
İnsan bazen yolları tükettikten sonra anlıyor değil mi?
Hayal edilecek sokakları artık cok gerilerde bıraktığını...Geri dönüş yolunu ise hiç bilmediğini...

Artık şüphe etmiyorsun kendinden,çünkü artık"kendim" diyebileceğin "şey" e sahip olmadığını hissediyorsun usulca ilerlerken.
Sonsuz bir karanlıkta beyaza gömülmekteyken...

20.08.07

24 Ekim 2009 Cumartesi

P3


III

Toprağa karıştığını sandığın anda
Filiz veren bir tohumla
Yeniden gün ışığının altında
Ne yapacağını ,
Zamanın neresinde olduğunu bilmeden
Ne olacağını bekle...


RENGARENK ÖLÜMÜ BEKLERKEN YA DA YAZARIN GÜNDÜZ DÜŞLERİ(o da olmazsa kendiyle çelişmenin bir başka boyutu)


“Deniz durgun ve derin,
Kucağına aldığı her şey uykuda,
Tek bir adım ve her şey bitecek;
Bir atılış ,bir kabarcık ve sonsuzluk…”

Longfellow
…Her şeyi biliyordu,”o” andan sonra hiçbir şey bilemedi…

Ölüm…Acil çıkış insanın delice koştuğu…-çok zorunlu olmadıkça…Çoğunluğun gitmek istemediği,kimisinin ise gideceği tek gerçek yer olarak gözüken,kimisinin de o aralık kapıdan bir bakıp geri çekilmek istediği muamma…Dünya üzerindeki tüm dillerde üstünde kocaman bir “çıkış” yazan kapı…
“Ah bir bakıp çıkabilsem keşke” diye iç geçirdi son cümlesini yazdıktan sonra.Karalamayı ;yazdığı sayfayı buruşturup atmayı da düşündü bir an ama içi elvermedi.”İlhama ihtiyacım var ey yüce duygu!Gel bana,sadece göster yüzünü..Ama alma elimi benden,aklımı bırak olduğu yere…Renklerini yazmak istiyorum,izin ver bana ne olur…!Çaresiz değilim,çaremi biliyorum ama seni de çok istiyorum…Ne olur..!Aklından bunlar geçerken birden karalama kağıdını alıp buruşturdu.Saçmaladığını hissediyordu.Umutsuz olduğunu bu kadar belli etmemeli,neyi beklediğini açık etmemeliydi hiç kimseye…

Kağıttan topuyla çöp sepetine attığı şahane üçlükten sonra elini masanın ilersine doğru uzattı,el yordamıyla sigarasını bulup çakmağa küfürler yağdırmaya başladı.-“Hiçbir zaman siz ikiniz yan yana olamayacak mısınız?”Kendi hatasını ,ancak kendi erki ile yer değiştirebilen nesnelere yüklemeye bayılırdı…Sonra çakmağa iyiden iyiye kızıp sigara paketini de odanın bir diğer köşesine fırlattı.Pakete seslenerek : -“umarım o minik ateşli arkadaşını oralarda bulursun!”

Neden sonra niçin ölmeyi bu denli istediğini düşündü;aslında istediği sadece şöyle bir o ışıklı kapı aralığını taramaktı.Evet,istediği tam olarak buydu…

Saatin ne kadar erken olduğunu önemsemeden yatağına uzanıp biraz uyumaya çalıştı.Sigara yanıkları ile dolu,kül lekeleri olan ,sağından solundan yünleri fırlamış olan emektar yorganını başına çekip tekrar denedi..Uyumalıydı;belki gene “rüyasını” görürdü…Uzun çalışma saatlerinin ardından kendine verebileceği en güzel hediyeydi bu.”Gördüğüm en iyi rüyalar içinde öldüklerimdir” diyordu bir şarkıda.Onun için de durum aynıydı.Sahte de olsa öldüğünü bilmek güzel gelirdi ona.

Öldüğünü,ablasını,hiç olmamış sevgilisinin buğulu yüzünü,annesinin gözyaşlarını ve babasının metanetini görürdü.”Bu kadar mı ?” diye düşünürdü.”Bu mutlu anımda bu kadar insan mı benimle beraber?” “Ağlama anneciğim;kuzunun istemesiyle oldu tüm bunlar,ben senin için de yer tutarım gittiğim yerde yine beraber oluruz,üzülme sen yeter ki…”
Ablası tabuttan yana bakmazken,ince elli,buğulu yüzlü sevgilisi boynunu büker ,hıçkıra hıçkıra ağlardı…”Gerçeksen nerdesin?” diye dökülürdü soğuk dudaklarından her defasında.O soğukluğu seviyordu,soğukluk huzur demekti onun için.Rengi değişen teni hiç bu kadar pürüzsüz ve berrak değildi çünkü daha önceleri…Kendi tenine dokunmak istiyor ama o kadar uyuşukluk hissediyordu ki ,bu uyuşukluğundan memnun olduğu gün gibi ortadaydı.Gülümsüyordu sadece,istese de somurtamazdı zaten,kasları öyle tatlı bir rahatlık içindelerdi ki onlara da hükmü geçmez olmuştu.-Gülerken daha az kas çalışıyor iyi ki öğrenmişim bunu kitaplarımdan;onlar da kendi hakimleri oldular artık -”Bu tatlı isyan içimi daha da soğutuyor ne güzel!” diye bağırdı,ama sesi de onu terk etmişti,ama bu O’nun umurunda bile değildi.

Bulanık yüzlü sevgilisi bir anda aralarındaki tahta kutunun üstüne yığıldı,Ağlıyordu tabuta sarılarak… Elini uzatıp kızın yüzüne buğusunu silmek istedi bir an,gülümsedi ve vazgeçti her şeyden bir kez daha..Neden sonra kolunu kaldırıp o bulanık yüzü netleştirmek istedi,ama artık önemi yoktu,gerçek olsan simdi yanımda olurdun diye düşündü.”Ben huzurumu şimdi buldum,akıtma bulanık gözyaşlarını ebediyete giden aracıma!””Üzme kendini;ben de seni seviyorum!”


“Ah,keşke kalem kağıt olsaydı” derdi sonra birden;”Bu yüce duyguları kaybetmeden kaydetmek lazım!”Sonra da düşünürdü;artık bu duygunun içinde yüzecekti,bu yeter de artardı ona…Üzgündü…Tadamadığı dünyevi zevkler için…Ama gene de alamazdı kendini düşüncelerinden: “Hangi yüce fani his şu anki yumuşak boşluğun verdiği hazzı doldurabilirdi ki acaba?”

Tekrar bir göz gezdirdi etrafına-tahta kutusundan dış dünyayı da gözleyebilmesi ne de güzel bir lütuftu onun için!-Babası-ona ömrü hayatında bir kez bile olsun “seni seviyorum” demeyen adam-ağlıyordu gizli gizli.Şaşırdı… Söylediklerinin dillenmemesinden ilk kez memnuniyetsiz olarak:”Madem ki sevdin o zaman neden hiç söylemedin?”Düşünmemeyi seçti,o şimdi saadetin olabilecek en yüksek mertebesindeydi…

Gizlice ağlayan babası,ayakta güçlükle duran annesi-onun mutlu olduğunu bilmek annesini bir nebze olsun iyi eder miydi acaba?-,annesinin birkaç adım gerisinde duran,onu her zaman sevdiğini söyleyen fakat şu ayrılık anında sonsuz bir metanet örneği sergileyen ablası ve tabutuna sarılıp adeta havada asılı duran hayali sevgilisi..Sabitleyip kazıdı bu sahneyi aklına.Artık onundu bu görüntü ,sonsuz yolculuğunda ona eşlik edecek olan…

Ve karşılıyordu işte şimdi ölümü binbir rengi ile ;ne kadar da güzel sarılıyordu şimdi ona ölümü sıcacık!Sapmıştı hayatın çıkmaz sokağına ve nemli sokağın havasını içine çekmekten ölesiye bir haz duymaktaydı…
Su kabarcıklarının dört bir yanından yükseldiğini hissedip gülümsedi ,ve bıraktı her şeyi…
-“” Birazdan kapı kapanıyor Koş! Yetiş!””

Neden sonra sırtında bir ürperme hissetti,sonra bunu göz kapaklarında çok kuvvetli bir ışık hissetmesi izledi.Işık kapalı göz kapaklarının üzerinde kırmızı bir kor gibi hissediliyordu.Açmak zorundaydı gözlerini…Açtı…Biri odasına girip perdeleri ve camı açmıştı.Batmak üzere olan günün son ışıltılarını gülerek kabul ediyordu odası…Başucunda sevgilisini gördü.Durdu,sustu,gülümsed
i… -”Hoş geldin”

Özge C.25 Mart 2009

Aynayı Affetmek.


İlk hikaye denememdir ,kusurlar elbette vardır;simdiden özür dilerim

“İşte şimdi bitti” dedi.”Tamam”.Az biraz uzaklaşarak şaheserine bir de uzak bir açıdan bakmak istedi.Neden sonra duralayalarak :”Neyse,aman boşver ,bak işte ne güzel fena mı oldu;yepyeni bir görüntüye sahip oldun fena mı?” dedi sol gözünü kısıp sağa doğru başını eğerek…Farkında bile değildi bu kadar çok “fena mı” dediğinin...Cümle kurmak için cümleler kuruyordu adeta.
Oysa daha önce de yapmıştı bunu Ezgi,ama bu seferki “yıkama –yağlama” diye adlandırdıkları-saça sakala ve bilumum vücut ifrazatı olarak gördükleri fazla kılları kırpma ayinleri-seansları sondu.Olmayacaktı ki bir daha…

Sezer,suskun ama gülmeye çalışarak;”garip oldum ama,ne zamandır alışmıştık sakala!”sonra duraksadı bir anlığına..ALIŞMIŞ-TIK!-Tık!1.çoğul şahıs ekini kullanıyordu hala fillerini çekimlerken.”Ne yazık!” Diye geçirdi içinden..”Ne yazık!” Sakala alıştığı gibi “biz” ve beraberinde getirdiği tüm çekimlere de alışmıştı anlaşılan..Kolaydı tabi ki sevdiğin bir şeye alışmak.sevgiyi kabullenip layık olduğunu düşündüğün yere koymak…Kolay olamayacaktı bu ne Ezgi ne de Sezer için…

“Şimdi de saçını biraz keselim mi ne dersin Sezeroviç?” dedi kız.Onunki de artık bir pottu.Bu anı adeta yok sayarcasına dalgalı kumral saçlarını arkaya savurdu.”Ne de güzel kızıl oluyor güneşte saçların !” demek istedi Sezer,ama içindeki minik kurtçuklar yedi bitirdi cümlesini daha ağzından çıkamadan.Ezgi çelik grisi gözlerini Sezer’in uzamış ense kullarına dikip beraber aldıkları traş makinesini eline aldı.
“Onca para dökmedik mi sence bu minik alete sevgilim?-“Nolur öyle düşünme,artık saçlarımı evde sen kesersin berber masrafıyla amorti ederiz ki bunu biz”-Dalga geçme eşek kafalı seni!”En sevdiği hakaretti bu ondan gelen.Ondan gelen her söz hakaret de olsa o kadar güzel tınlıyordu ki delikanlının izanında,dediğinin bir önemi yoktu,sözcüklerin kız tarafından ona yönlendirilmiş olması yeter bir sebepti…Ama fene mı olmustu,artık her sevgilinin arasında olmayan çok özel anların temellerini atmışlardı

Sezer’in tenine soğuk makine her değdiğinde ayrılığın soğuk nefesini son bir kez daha yeniden bir kez bir kez daha duyumsuyor gibiydi.”Hey azcık kıpırdamadan dur enseni kaybetmek mi istiyorsun yavaşsana” dedi Ezgi birden.Bilemezdi ki Sezer’in ayrılığın soğuk nefesiyle defalarca “son kez” irkildiğini…”Yavaşsana” dedi Sezer usulca;çok kullanırdı Ezgi bunu.Sezer de her seferinde gülmekten kendini alamazdı,ama gülmüyordu bugün.Gülemiyordu,içindeki kurtlar dudaklarının kenarında birikmiş gülmesini engelliyorlardı bu defa da…Nasıl olmasındı!Kızın gözlerinin çelik mavisini makinenin çelik başlığında hissetmesi ne kadar da acı ve soğuk bir histi onun için!
-“Gözlerin pek görülmeyen bir renk senin Ezgi.”-Neymiş o renk?-“Çelik mavisi”-“Hadi ordan canım sen de öyle renk mi olur;ben kısaca mavi giyince mavi yeşil giyince yeşil oluyor gözlerim diyorum..”-“Evet hakikaten de çok kısaymış,süpersin!”
Minik siyah kıl parçaları sağa sola dağılırken Ezgi muzip bir ses tonu ile “Bir Frankestein yaratacağım ha ha ha” deme ihtiyacı hissetti bir an.Odadaki,odalarındaki ağır havayı biraz olsun kaldırmak için ikisinin de başvurdukları yöntemler hep “tozlu” ve “eskiden kalma” idi…
Koliler koliler üstünde,artık ruhunu yitirmiş bir evde, son saatlerini yaşamayı en sevdikleri biçimde geçirmekten tuhaf bir rahatsızlık duyuyorlardı.alışılmışın dayanılmaz ağırlığı olsa gerekti bu..İkisi de buruk,ikisinin de demek istedikleri kırıktı..Ertelenmiş ve geri dönülemez…Kayıp..Kayarak kayıp olmuşlardı onlar da işte.yenik düşmüşlerdi.ama bu saatte de bunları konuşarak son anlarını tatsız geçirmeyi ikisi de hiç mi hiç istemiyorlardı bu durumdan tuhaf bir şekilde rahatsızlık duysalar da…
Karşılıklı 2 duvarı mor,diğer 2 duvarınsa beyaz olduğu “odaları”nda kolilerin üzerinde beceriksizce tünemiş bir halde harcıyorlardı zamanlarını..Artık “harcamak” ,“değerlendirmek” in yerini almıştı…Öyle olmasa zaten o anda orada “koli kuşları” isimli skeçlerini oynuyor olmazlardı…
Oturup konuşsalar bitecekti kelimeler;nerede hareket orada bereket diye düşünmüş olmalılardı…

Cahit Külebi’nin “Sevgilerde”sini mırıldanıyordu Sezer usulca; “Siz geniş zamanlar umuyordunuz,Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek” Evet salt bu dizeleri için seviyordu Külebi’yi Sezer…Tek bir dize için şair seven;tek bir cümle/kelime için bir yazara bağlanan biriydi.Ezgi ise bu durumlarda onun her zaman bir adım gerisinde onu izleyen ;ve gösteri bittiğinde parlak gözlerle alkışlayacağından emin olduğu sadık hayran…
Şimdi ise parlak gözlü yeniyetme hayran büyümüş;sevdiği aktörler değişmiş;eski hatırlatıldığında-adeta utanırcasına-“ yok canım ben onu o kadar da sevmemiştim ki” dercesine bakan bir genç bayan olmuştu.Haklıydı.Zaman ilerken o’nun yerinde sayması zamana haksızlık olurdu…O ise haktan asla şaşmayan adil biri olduğunu düşünmeyi yeğlerdi hep..Neden avukat değil de mühendis olmak üzereydi peki?Şu an bunu düşünmemeye çalışarak kendini “işine” vermesi gerektiğini hissetti…

Sezer,kısalan saçlarına,Ezgi’nin yüzünde işini yaparkenki ciddiyetine bakıyor;gözünde o andaki görüntülerin donup sabit kalmasını istiyordu aynada.”Kıpırdama!” dedi.”Dur! Yalvarırım bu anımı benden alma,bari bunu bırak bana!”Kızdı sonra aynaya…Saniyeler sonra Ezgi’nin delip geçen bakışları ile bakışlarının ortak bir ayna düzleminde buluşmasını sağladığı için affetti aynayı…”Teşekkür ederim…Üzgünüm…”

“Eveeet,saçlar da tamamdır!Hımm gayet başarılı ,ben bu işi kıvırıyorum!” dedi kız biraz yapay bir coşku ile.-“Bence fakülteyi bırakıp bir berber açmalısın hem zaten notların da çok parlak değil.”Gülümsedi acı acı daha sonra.”Kuaför demek istedin herhalde “diye yanıtladı Ezgi şaşkınlıkla karışık bir gülümseme ile…”Yoo..hayır,berber demek istedim,iyi para kırardın”Bir an duraladıktan sonra :”İlk müşterin olurdum”. “Tek müşterim sen ol” diye geçti içinden,ama dillendirmeye cesaret edemedi bunu,bozmak istemiyordu hiçbir şeyi.zaten her şey yeterince bozuktu,biliyordu.Bu seanstan sonrası yktu,biliyordu.Kelimeler dolandı boğazına.Çiğneyemezdi benliğini…Olmayacak dualar tutmuştu zaten bu güne kadar,artık “amin” demek yoktu ikisi için de…
Son kez Sezer’in ensesine bakıp iç geçiren Ezgi,aceleyle makine,makas ve diğer “ayin malzemeleri”ni kaldırmaya koyuldu.”Bu evden çıkacağız ve rüya bitecek” diye geçti kızın içinden.”Yanlış gördüğüm rüya bitecek” Yanlışlardı bu zamana kadar bunu bilmediklerini sanarak onca vakit geçirmişlerdi,ikisi de bir gün bu anın geleceklerini gün gibi biliyorlardı.
Biliyorlardı ikisi de ,etrafta “en doğru” ,“en mükemmel” ,“en matrak” ve EN içeren her türlü güzel sıfatların kendilerine yakıştırıldığını.Ama “en yanlış” ı da onlar yapmışlardı.Ne ilişkilerinin yanlışlığından ne de yaptıklarından pişman değillerdi.Ah nasıl bir çelişkiydi bu!
Farkındalardı…Farkındalığın verdiği suçluluktu zaten tüm bunların sebebi.

Sezer’in aklından o sahne çıkmıyordu zaten..Silinemiyordu;garip bir şekilde Sezer onda kalsın istiyordu.Hayatı bir film olsa açık ara fragman olacak sahneyi mıhlamıştı beynine.
-“Bitti aşkım,bitti”…eğmişti başını Ezgi,bunu suçluluktan değil cümlelerinden onu hala ne kadar sevdiğini çıkarabilmesi için zaman kazanmak için yapmıştı.-“Biz olamayacağız artık,Çok hırpaladık birbirimizi güzel günler için,bunları bir çırpıda söylemişti,kalsın istemiyordu içinde.sonra bir örnek verme gereği duyumsadı içinde bir anda “En kaliteli el işi vazolar bile zamanla çatlıyor,önce cilaları sonra kendileri,biz birbirimizi minik çatlaklarla hatırlayalım ne olur,Kırılmayalım ,kırmayalım,görenler böyle hatırlasın,bende en güzel şekilde kal ki hayatımda senin gibi kimseyi sevemeyeyim” Son dediklerini demek istememişti ancak örnek kendisini başka cümleler söylemeye itmişti sanki,ya da kalbi beynine iki tokat atmış “çekil ulan ben konuşacağım şimdi” demişti…Kim bilir…Gözleri buğulanmış ,ama ağlamayacağım demişti kız,ağlamamıştı da..Sezer son duyduklarının bilincine varamayarak en olumsuz yeri düzeltmek istercesine “Hayır” diye diretmişti,”Kırılmayacağız,bu türlü kullanırız vazomuzu olmaz mı?Olmazdı,o da farkındaydı,belki farklı bir şey duyarım umudu idi Sezer’i o anda ayakta tutan…Sondu bu…birazdan Jenerik akıp başrol oyuncuları ve yardımcı oyuncular,daha sonra simit aldıkları simitçi amca,mısır satan delikanlı,tartıcı çocuk ,pamuk şeker aldıkları dükkanın sahibi,bindikleri vapurun kaptanı,onları yolda öpüşürken görüp ayıplayan teyze,cok ses yaptıkları için kapılarının müdavimi olan apartman yöneticisinin,yolda yürürken musallat olan selpakçı cocuğun isimleri gececekti jenerikte..simdi durup bunları izlemek zamanıydı…

Kolileri ayağı ile kapıya iterken “sen de benim düşündüğümü mü düşünüyorsun” dedi Sezer.”Sanmıyorum” şeklinde yanıtladı kız.Sezer balıklarının bulunduğu fanusa yaklaşarak bir an onun suda narin ve ustaca dans edişini-ki o sadece doğasının gereğini yapıyor,yüzüyordu- izledi ve ekledi: “O zaman ben alıyorum Kamil’i;sen suyunu değiştirmeyi unutuyorsun çünkü…”


SON
19.03.09
bir ağlama krizi sonrası

23 Ekim 2009 Cuma

20.GÜN -Son diyelim

Geldim artık..turuncu “nerede kaldınız?” tabelası ve şehrin yeşil taşları karşılıyor beni tüm içtenlikleri ile…

Vardığımda o ışıklı kentte en son gördüm seni.Ta göz bebeklerimin içindeydin.Yazarken ben oldun sen,bense okurken sen oldum.Seni kendime bu minik yolculuğumda ;hazmetmeye kıyamadım,çiğnemeye de…Duruyorsun içimde öyle mağrur!İşte şimdi buradayım o renkli ışıkların yalancı gölgeleri altında..Gülüyorum sana doğru sen bana bakmıyorsun ile ışıkla kör mü etmiş seni yoksa ben mi gülemedim sana alabildiğince? Görüyorum seni ;artık eminim..Görüyorum…Çünkü karşımda kocaman bir ayna var Karlar Kraliçesi’nden bu şehre yadigar…Tüm nedenim buydu işte..Aynayla yüzleşmek..Aynanın parçalarını içime çekmek…

Görmek bilmektir der bazıları..Ben görmeden de biliyordum…
Az zamanım kaldı biliyorum;kabukta kalan ben yeniden ölecek bir dahaki sefere “ben” doğana kadar…

Ürktün mü?Senin bana dönüştüğün,içimin senle karıştığı boşlukta korkuya yer yoktur.

İmza:Gururla karışık bir burukluk ile SON diyen ben

19.GÜN

Sığamıyordum artık zamana,neden bunca yol yürüdün Kaf Dağı’nı aştın diye sorarsan…
Yaşamımın kara sayfalarını çevirirken ellerime bulaştırdım her şeyi,kömür karası oldum pasaklı minik kızlar gibi…Kaderin tecellisini bekleyemedim kalktım bu yola çıktım işte..Simdi bu kadar yakın olduğum için sona böyle rahatça açılıyorum artık sana..Kader bana tek bir benlik borçluydu,alacağımı almaya geldim,şimdi işim bitince benim ellerimden tutup karıştıracak mısın “bizi” sislerin içine?Yola kahverengi bir çember çizdim ve bu satırları oradan yazıyorum sana ;benim kahverengi güzel durağım..kim bilir bir daha ne zaman kullanırım onu?Umarım buraya benden sonra gelenler bu güzel kahverengi çemberin kıymetini bilirler…Her şey var onda..Bende olan ne varsa…

Yolculuğumun sonunun yakın olduğunu buradan da seçebiliyorum-benim cici durağım sağ olsun - artık.O kadar yakın ki bir daha buraya ne zaman gelirim bilmiyorum,yolları tekrar bu azimle yürür müyüm ,o leş gibi ağır –günden güne eriyerek bana en büyük iyiliğini yapan- kabuğumu taşır mıyım bilmiyorum ama görüyorum..Artık hep görüyorum !!Görmenin dayanılmaz hafifliği sarmış ya dört bir yanımı artık!Ne güzel bir hissin sen!Ne naifsin!burada hep kalır mısın benimle?
Yüzümü tırmalayan soğuk ve yağmurda bile vazgeçmedim buraya ulaşma fikrimden artık biliyorsun;simdi ise çok az kaldığını görmek beni bir minik çocuk kadar heyecanlandırıyor annesinden istediği oyuncağı ellerine alan …

İmza:Kahve hayallerin sahibi ben

17.GÜN

“Kelimeler,sokaklar ve evler ne kadar da boş şeyler,sen gizlice ağlarken…”

Ne kırmızı yüzlü çocuklar ne de bulanık gözlü ergenler var artık yanımda ,geride kaldı hepsi ben kabuğumu sürürken;yardım bile etmek istemediler.Belki korktular benden belki de çekindiler sadece..Bilmiyorum.Belki de beni geçerken görmemişlerdir bile..Ben sadece meraklı çocuklar için bir “aa şu böceğe bak ne biçimmiş” idim sadece…
Rüyalarımda gördüğüm o renkli ülkeye çok az kaldığını hissediyorum eriyen kabuğumun hafiflediğini hissettiğim her an…Ama daha önce hiç erimezdi ki o!Şaşırmadım buna da;artık hiçbir şey şaşırtmaz beni o gürbüz çocukların gelişimini gördükten sonra!Gittikçe hortlaklaşmak,birbirine benzemek daha sonra ufalanıp kül olmak mıydı hepsinin kaderi?Ya da o “hepsi” tek, bir tek ben miydim bilemiyorum..Ama o gencecik çocukların erirkenki hissettikleri keder ve acıyı ta içimde hissettim garip bir şekilde.Çok gerçekçiydi,çok!
O pembe sokaklar ,yeşil damlı kiraz kokulu evler, mor bulutlar, yerdeki kırmızı yapraklar,yavruağzı duraklar gittikçe ben oldular,kendimden karken kendime tutuldum adeta..Oysa benim düsturum “Kelimelerle dolu bir çukura düştüm,takıldı ayağım..Kurtulmak için en kötü kelimeleri seçtim aralarından.” İdi..Neyse bugün çok gevezelik ettim,kendimle karşılaşmamın aptallığına ver…

İmza:Günden güne kademe kademe –kaderine- yoğrulan ben

16.GÜN ya da " Video meliora proboque deteriora sequor."

Video meliora proboque deteriora sequor. -İyi yolu görüyor ve takdir ediyorum, ama kötü yoldan gidiyorum.

Evet ;oldukça yanlış…Ama buna rağmen çok az bir yolum kaldığını hissediyorum-hislerimde çoğu zaman yanılmadığımı zannederim-Bu yüzden bugün biraz durup etrafımı seyretmeye karar verdim kabuğumdan fırsat buldukça.İki büklüm sırtımda onca yük ağır ağır bile olsa yürürken hala etrafta güzel olan ne kalmış diye bakmak istedim..Güzel ve değişik…Zaten insanoğlu “değişik/nadide/az bulunan” “şey”leri güzel sanmaz mı? Bugün hava çok güzeldi…Bir sürü koşturan minik çocuk vardı etrafta;gariptir hepsinin suratında benden bir parça vardı…Kimisi oyunda mızıkçılık yapıp küsüyor ,kimiyse bir daha hayatı boyunca atamayacağı kadar coşkulu naralar ile etrafı çınlatıyordu…Kimisi bisikletten düşüp ağlıyor kimiyse saklambaç oynarken kendisini gördüğümü fark edip bana “sus” işareti yapıyordu…
Biraz daha ilerde hava biraz kapamış,benden parçalara sahip ergenler etrafta görünmeye başlamıştı.Bir sonraki adım bir sürü kabuklu eklem bacaksız olacağını tahmin etmek zor değildi..”O pembe gökyüzü,neşeli kahkahalar nerdeydi” dedim kendi kendime..Sesim yankı yaptı her zamanki gibi ;hiç şaşırmadım…

İmza:Sus desen susmaz pus desen pusmaz ben

15.GÜN

Yolda yağmur yağıyordu;çok ıslandım kabuğum bile korumadı beni…-çatlaklardan su alacağını biliyordum zaten- Ben yağmurlu günlerin eşsiz müziğinde dans etme hayalleri kurarken yağmur beni önemsemedi bile…İnadıma durmadı,daha da ağır yağdı,eğilmek zorunda kaldım karşısında her zamanki gibi…Durmadı…Çok ıslandım…
Koştum uzun süre,çocukluğumla yarıştım hep,yorulduğumda su verdi bana yağmurları doldurduğu tasından…
Yola çıktığımdan beri ne kadar yol aldığımdan emin değilim;ya ben kadar uzak ya da sen kadar az yol almış olmalıyım…Buna vardığımda göreceklerimi fark ettiğim zaman karar verebilirim ancak.Yalnız yollar çok sarp ve çamurlu;yalpalıyorum…

Yaşamım bir seyahatmiş meğer;Alaboram da üç noktası…

14.GÜN

Gündüz düşlerinden sonra uyandım,dengemi kaybettim artk sanırım....


Girizgah:
İlk defa çikolata yiyen bir çocuk kadar garipsiyorum su anda kendimi,ellerimi,kalın bileklerim ve kirlenmiş saçlarımı…Ayağa kalkmış olmanın yan etkisi olsa gerek..dün geceden beri bunun sarhoşluğu içindeyim,tam insanlığımı unuttum derken en basit yoldan en kalıcı şekilde hatırlamak afallamama sebep oldu sanırım…

KAF DAĞI BENDE;BEN ALDIM ONU ,BENİM İÇİMDE O!
Ah şu alacalı gecede içimdeki Kaf Dağı’na tırmanmak ne kadar da zor aslında!bunu dillendirmek kadar acı veriyor en az..birazdan yola çıkmam gerekecek çünkü yolda kikloplara yakalanmak istemiyorum.3. göze sahip olmak isteyen kiklopların göz malzemesi olmak için fazla umutsuzum ben !

İmza:Çıkınını hazırlamış ben

13..GÜN

“Senin demediğin şeye ben de bir şey demeyerek ona katkıda bulunmak ve bu kısır döngünün son halkasını tamamlamak istedim” demiştim en son ona…Ama simdi nerde ne yapıyor bilmiyorum…Her şey o kadar bulanık ve uzak ki..Ben uzağa gideli çok olmadı aslında,daha doğrusu ben hiç gitmedim ki,ben aslında yanındayken de yoktum,yokken de yanındaydım,o bunu anlamadı…Neden sonra ayağa kalkmak geldi aklıma,sandığım kadar dar olmadığını fark ettim bir anda nefis pürüzsüz ama çatlak dolu kabuğumun..Her şey beynimde bitmiş dedim sonra o klişeyi tekrarlayarak;her şey bendeydi ve ben bunu görmek için uğraştım aferin bana!
Gene duygu ishali olmuşum sanırım;bunun bir ilacı da yok;sessizce gözyaşlarımı akıtarak bilek kırmak gerekecek bir süre daha..Aferim bana!tıpta da uzmanlık edinmeye başlamalıyım ben!” Aferim”

İmza: Her şeyin uzmanı,kendinle uzlaşamayanından ben

12.GÜN

Her zmanki gibi yarını nafile bir bekleyiş ;umduğunu bulamamak ve 12. gün...

Artık günler daha ışıklı!Ve sanırım ben bundan haz duyuyorum korkakça!Işığın bana hep zarar vereceğini,tüm kirlerimi gözüme sokarcasına belli edeceğini düşünürdüm,belki de acı veriyor belki de gözüme sokuyor şu anda bilmiyorum ama gözlerimi açmak sandığım kadar zor olmadı bu sefer!
Kollarımı kaldırıp bileklerime baktım,hala olmaları gerektiği kadar kalındılar!
Kendimi senelerce dövülmüş,itilip kakılmış bir hayattan sonra kuştüyü yataklarda yatıyormuş gibi hissediyorum.İyilik ve güzellikten her an tedirgin;sanki her an elimden bu lütuflar kayacak ve ben eskisinden de beter-acı çeken- olacakmışım gibi geliyor sonrasında da…Çünkü o zaman o “eski” rezilliğe katlanmak için aklımdan bu iyilik tanımlarının silinmesi gerecek,yoksa ben her gün acı çekerek bir damla daha öleceğim…

İmza:Kuş tüyü kalın bileklerine batan ben!

11.GÜN

Arada sırada kafamı çıkarıyorum artık dışarı.Çünkü artık buraya sığmaz oldum.Daha önce bahsettiğim kelebek-koza ilişkisine bir adım daha yakınım gibi hissediyorum..Beklediğim masumiyet değil çünkü artık…İnsanları değiştiremeyeceğinin bilincinde olmanın rahatlığı gerçekten de paha biçilemez!
Bir olay bekliyorum;bir mucize…Buradan birkaç gün de olsa erken çıkmamı sağlayacak bir “şey”.Ama ne o geliyor ne de ben onu bulmaya niyetliyim…Sanırım bu sıkışıklık hissini de seviyorum ben.Ya da uzun süre dağılmış olmamın faturasını bu şekilde kesiyorum kendime…Kendimi daha da sıkıp kocaman bir bütün olmak istiyorum bir daha dağılmamacasına!

İmza:İki arada bir derede kompakt olmuş ben

22 Ekim 2009 Perşembe

KELİMELER İKİLEMESİ

24.01.2007
Çarşamba /23:28

I

Bilemedim,
Meğer susmak hep susmaları getirmiş
Nedensizce
Geldim yine…
Yanındaydım;konuştum konuştum;
Demek istediklerim
İstemeyle kaldılar.
Utandırdı beni dilim
Anlaşılmak zaten yanlıştı
Nedensizliğimin içindeki neden
Bana parçalar ekleyen sen’den
Anladım;
Bunca yıllık paslı sessizlik,
Gelememişim ben dile
Korkarak ve titreyerek soğuk gezegenlerin
Gürültülü ve şen topraklarında..
Sessizliğimiz çekilmiş bu topraklardan artık
Mutluluğumuzu değişmişiz yanlışlıklara

II

Anlamını yitiren kelimeler
Uzadıkça acı verenlerdi
Hızlanarak bir anda
Özgürlüklerine kavuşmuşçasına
“Esaretin bedeli” bana kalmışken
Yetişemedim hiç birine
Zaten çok uzaktan gelmişlerdi…

Hotel de la Muerte

Bugün gördüğüm rüya...

21.10.2009/Çarşamba

Bina Rehberi ( Hotel de Muerte)

Her şey 4 katlı bir binada geçiyor;ama içine kolayca girilebilinecek cinsten bir bina değil burada bahsi geçen.Uzun,çetrefilli ve ortalama bir insanın dahi geçebilmesi için çok zorlanması gereken ;engellerle dolu dik bir merdiven karşılar sizi;basamaklarında yağlı boyayla beyaza boyanmış iğretiden duran trabzanları ile.O “binadan” bir insan sizden çok hoşlanmışsa yardım eder size(zaten sevilen bir insan değilseniz bina içine girme şansınız 0 bile değildir)onun dışında girmek için insanüstü bir çaba sarfetmeniz gerekir.Bina hem vardır hem yoktur;hem herkesce görülür hem de sadece içine girebilme ihtimali olan kişiler onu görebilir.

4 katlıdır binamız demiştik.4 katında da eşit sayıda ve aynı görünümlü insanlar bulunur ve kat çıkmaya hak kazanırsanız bir sonraki kattaki insanlar size çok tanıdık gelseler bile kesinlikle “çok” yabancıdırlar(Totally strangers)Yüzlerine gülümserseniz size acıyarak bakmaktan başka hiçbir şey yapmayacak kadar yabancı...İlk kat adeta bir tanıtım odası gibi beyaz bir odadan ibarettir,oradaki herkes abartılı bir biçimde-adeta delice- kendini tanıtma çabası içindedir.

3. katta bir hastane vardır ve ola ki 4. Kata çıkmaya adaysanız size mutlaka “4sht” isimli bir ilacı verirler.Bu ilacı almak zorundasınızdır yoksa 4. Kata asla çıkamazsınız.

2.katta hayatınızın aşkını bulabilirsiniz.Ben buldum.Korkmamam için elimi sıkıca tutan,her şeyin sonuna kadar yanında olacağına beni tüm benliğiyle inandıran kişi...Ve gariptir kat çıktıkça bir tek o kişinin karakteri sabittir ve sadece bir üst katta bir tek ona gülümsemeniz karşılık bulur.

4. kat ise kabul edildiğinizin göstergesi gibidir.Bir bankadır.Dünya üzerinde olup biten tüm olayların hemen kişilere aksettirildiği bir yer. Hatta öyle ki ;dışı bu kadar eski püskü olan bir binanın içindeki bu teknoloji insanı dehşete düşürecek cinstendir.Size ikram edilecek bir turuncu kek olacaktır.Bu keki almalısınız.Yoksa büyük patronla asla tanışamazsınız.

Kimi zaman alt katlardan bir üste çıkma şansı yakalayanlar olacağı gibi 4. Kattan indirilmek zorunda olan insanlar da olacaktır.Kademe atlamış insanları sizi gördükleri andaki atacakları sevinç çığlıklarından tanımanız olasıdır,cünkü o insanlar bir gördüklerini bir daha asla unutmazlar.Kişilerin üst kata çıkmaları bir üst katta kendileri ile aynı görünümde olan kişinin delirmesi ile gerçekleşir.Aşağı transferler sadece asansörle yapılır.yukarı çıkmak ise merdiveni kullanmak zorundasınızdır.

Yani sonuç olarak girişi zor olan ama çıkmanız için ancak ölmeniz gereken(bina sakinleri asla ölmezler onlar delirmek suretiyle kademe düşerler) öldüğünüzde binada bir monitorün eksileceği bir yerdir burası...

21 Ekim 2009 Çarşamba

10.GÜN

Pisliğimde boğuluyorum…Bu kadar pis olmayı asla ummayan biri bu kadar çirkef içinde bulabiliyorsa kendini,gerçekten pis olanlar nasıl bir manzarayla karşılaşırlardı acaba?(Tabi benim kadar pislikleriyle yüzleşmeye cesaretleri varsa ancak önlerine çıkan manzaradan haberdar olabilirler)Sahi, ne zaman kirlendim ben?Ne zaman kirletip bir kenara attılar beni?ben nasıl bu kadar pisliğe batabildim?ben değil miydim kendinden emin bildiğinden yılmaz olan?Düşünüyorum,düşündüğümden korkuyorum,durumum vahim gerçekten…
Cesur bir korkağım ben;en azında göreceklerimi önceden kestirebilip farkında olabiliyor,daha az korkuyorum böylece…Gölgelerini arkamda hissettiğim şeyleri önümde görmek bir an hiç hoş değil ama,böyle yapmazsam da ben ben olamam ki!

İmza: “Pis” korkak ben

9.GÜN

Sıkılmaya başladım sanırım…Buradan;her şeyden…Gıcırtılara dayanamıyorum,sesler beni delirtecek!Sadece dıştan gelen kabuk sesleri değil,içten içe yıkılan bilincimin sesini duymaktan çok korkuyorum ben!
Neden ara ara böyle oluyorum ben?Ben mi çok derinim yoksa insanlar mı çok sığ?ya da derin olduklarını çok usta bir biçimde saklayabiliyorlar benden farklı olarak..Bilemiyorum…Yaşadıkları dünyaya yeni bir düşünce sunmayan-sunamayan değil ;sunmayan-o dünyaya layık olmayan-olamayan değil olmayan-insanlar nasıl rahat uyuyabiliyorlar?İnsanların aslında olduklarından daha iyi olabileceğine inandırmaya çalışıyorum kendimi şu anda…İnsan en kolay kendini kandırır diyorlardı ya; hani,nasıl?Sanırım ben çok beceriksizim;bir et parçasını kandıramadım!

İmza:Kandırılmaktan kandırmayı öğrenememiş olan ben

8.GÜN

Günlerin uzaması sinirime dokunuyor!Kabuğun çatlaklarından olağandan daha fazla süre gün ışığının içeri sızmasından hoşlanmıyorum.Alıştıramıyorum gözümü karanlığa daha sonra…İstemiyorum umudun içime dolmasını…İçimde umudun olduğunu hissettiğimde gerçekten kötü biriymişim gibi geliyor bana…Ellerimle kapatıyorum çatlakları ;ellerim kıpkırmızı kesiliyor ışıktan,tekrar etten kemikten –ama ruhtan yoksun muyum bilmiyorum- olduğumu hatırlatıyor bu bana…Bir insan burada ne arar dedirtiyor bana!İnsanlık hali işte…

“Bazen bir su olup akmak istiyorum;sonunda ya bir itiraf ya da büyük bir intihar olayım diye…”
ha bir de hep bildiğim şeyler geliyor aklıma ya,işte en çok da buna bozuluyorum!!

İmza: tekerrürden ibaret etten kemikten bir zihin ben

7.GÜN

“kelimeler benim silahlarım;onlarla öldürüyorum hem kendimi hem de su ana kadar istediklerimi!”
Acıktığımı hissediyorum...Bir lokma aşa bir sıcak dost omzuna bir sevgilinin gülüşüne…Canımın acıdığını ve güçsüz kaldığımı biliyorum.Madem açlıktan dem vurduk;bugün biraz sana saçma gelecek şeylerden bahsedeceğim…Çağrışımlardan!
Melankoli deyince hep karpuz gelir aklıma benim…Biliyorum başta da söyledim zaten,bu gülümsetecek seni ama gerçek bu…Hep karpuzun İngilizce karşılığından kaynaklandığını sanardım ama sanırım değil…Dıştan çok sağlam görünüp için yumuşak kırmızı ve de sert çekirdeklere sahip olması..beni düşündüren bu sanırım..Hayatında bu kadar karpuz üzerinde düşünen duymamışsındır sanırım..Duyma da zaten,ne gerek var?benim gibi biri tarafından satırlarının doldurulmasından utanç duyuyorsundur belki de şu an..Varsın olsun!

İmza: Saçmalayan karpuz ben!

6.GÜN

Biraz sıcak olmaya başladı aslında…Bunu ısınan havaya bağlamak iyimserliğe girer mi acaba?Ya da biraz hava almam ;dışarı çıkmam lazım…Ama bu kendime döndüğüm zamanda da kabuğumdan bağımsız hareket etmek beni iyi de hissettirmeyecek aslında…Kabuğumun altında kalmış yumuşak güneş görmemiş bedenim…Temas edecek havaya;yandığımı hissedeceğim yine!Tüm yumuşak dokularım büzülecek ve ben gözeneklerimin birer bire kayboluşunu gözlerimle göreceğim…Biri bana gelip de dokunacak diye ölesiye korkuyorum;ama biliyorum ki ölmeyeceğim!Kıvranmaya devam edecek bedenim…
Tiksiniyorum başkasının eline bulaşmaktan…Cüzamlı gibi günden güne eriyip kaybolsam iyi…Kabuklarım yana yana kavruluyor ve ben hiç olmadığım kadar “ben” oluyorum!İşte bundan korkuyorum!
Bu kadar kırılgan bir ruh bu kadar hırpani bir görüntüyü hak etmiyor aslında!Gerçi iş hak etmeye gelince sayılamayacak kadar çok şey geliyor aklıma;daha sonra anlatırım daha buradayız nasılsa!

İmza:Dışı sert içi yumuşak draje ben

5.GÜN

Düşünmekten alamıyorum kendimi-ki burada bulunma amacımın büyük bir kısmını da bu oluşturuyor aslında-rahatsız oluyorum kimi düşüncelerimden…Yabancılaşıyor;daha da uzaktan izliyorum kendimi…”Bu düşünceler nasıl bana ait olabilir?” diyorum.Bu kadar insani duyguyu aynı anda bir bünye nasıl barındırabilir ? Sanırım bu biraz da benim kendimi abartma dürtümden ileri geliyor.Ama gene de garip değil mi ,bir düşünsene;aynı beyin az önce kindar bir ruh hali içindeyken birden aslında kininin altında yatanın sonsuz bir sevgi olduğunu fark ediyor,daha sonra da büyük bir öfke duyuyor kendisine…Yakıştıramıyorum kendime bunca duyguyu sonra da…Her yenilgide ,her üzüntüde ,her düş kırıklığında usulca kabuğuna sinen ben nasıl bu kadar gürültülü patırtılı şeyleri hissedebilirim diyorum…
Bazen de kendimi Gregor gibi de hissetmiyor değilim.Tek fark ben arada başımı kabuğumdan çıkarıp iki ayağım üzerinde yürüyebiliyorum…Sen ne biçim insansın Gregor?Sen ne biçim insansın?

İmza:Düşünen insansı ben

4.GÜN

Herkes söylüyor “huzuru uzakta arama ;o aslında içinde” diye.Bunu ben de kabul edebilirdim ama sanırım huzuru ortaya çıkarmak için biri lazım!onun sende olduğunu sana gösterecek,gerekirse yardımcı olacak,anlamadığın yerleri sorabileceğin ve de “istediğim sorudan başlayabilir miyim?” diyebileceğin…
Yazmıyor kalemim,kahretsin! Hepsi benim tedbirsizliğimden…Bu kadar savruk olmasam bu kadar da kolay dağılmazdım belki hayatta…Kim bilir?Neyse;çok uykum geldi benim…Yalnızlık düşlerim beni çağırıyor,burada bile yalnız kalamıyor insan!Beni bu kadar sevdiğinizi bilseydim daha önceden gelirdim..Hişşt tamaaam! Geldim geldim!! İmzamı atıyorum bekle!

İmza:Yalnızlık düşlerinin umutsuz mimarı ben

3.GÜN

Isındı gibi kabuğum,eski rahatıma kavuşmak üzereyim,gerçi gitgide daha da sığmaz oluyorum buraya ya ,neyse…Sanırım yeni bir tane almam gerekecek ,ama önce temsili de olsa kırmam lazım bunu!her seferinde bunu yapıp daha büyük bir kabuğa geçmek gibi bir gelenek oluşturmalıyım aslında kendi içimde,böylece bana da eğlence çıkmış olur.Zaten hareket ettikçe gıcırdıyor bir de bu seslere gıcırtı ekleniyor,delirmemek işten değil!ben buraya kendimi korumaya girmişken en büyük hasarı burada,kendi mekanımda kendime vermem de ne yaman bir çelişkiymiş…
Dün gece içerde nefes alıp verirken buranın buğulandığını fark ettim,daha sonra da tüm geçici hislerimi titrek ellerimle bu buğulara yazmaya karar verdim.Belki buğular silinirken onlar da içimden gider sandım,ama parmak izlerim kaldı…Sanırım insanda hiçbir his geçici olmuyor,akıl raflarımızın indekslerinde yer buluyor kendine alfabetik olarak.Olsun ben buna da razıyım en azından ortada durup kurcalamıyor aklımı..Gerçi ufak bir sarsıntıda rafından düşünce daha çok acıtıyor canımı ama alıştım buna da…
Şimdi azcık raflarda toz alayım biraz düzenleyeyim,eskiden acıtanlar hala aynı kuvvette canımı yakacak mı kontrol edeyim,sonra da biraz buğuya yazı yazmaca oynarım…
Hoşça kal.
İmza:Mızıkçılık yapmadığından oyunlarda sona kalan ben

2.GÜN

Değişen bir şey yok.Her şey olması gerektiği gibi ilerliyor,kabuğum daha sıcak ve güvenli geliyor sadece…
Biliyor musun bazen diyorum ki “acaba hala duası tutacak kadar masum muyum hala?”sonra dualara ne denli inanmam gerektiği konusunda bir ikileme düşüyorum..Sanırım masum değilim…Kimseye anlatamadıklarımı kabuğumun içindeyken haykırıyorum;yankıları kendim dinliyorum fakat bu sefer de tüm bunları ben mi yaptım diyerek ürküyorum kendimden,işte o anda tüm benliğimden sıyrılıp bu kozadan masum bir kelebek olarak çıkmak istiyorum,ama olmuyor…Uff! Burası o kadar gürültülü ki,yankılar birbirileriyle çarpışıyorlar,sesler günahlar ayıplar hepsi havada uçuyor şu anda…
Ne alıp veremediğin var benle hayat NE??

İmza: Yankı vadisinden bildiren muhabiriniz ben

KABUĞUMDA GEÇEN GÜNLER vol.1

26.03.09

1.GÜN
Sert gibi burası sanki...ama alışkınım daha önceleri de çok bulundum burada,ama şimdi sıkıştım gibi.Kilo mu almışım ne?Hep böyle oluyor önceleri gerçi,alışmak kısmı zaman alıyor en cok,Bu soğuk kabuğa vucudumu yasladıktan sonra ısıtmak sorun biraz da...Isıttıktan sonra sayaç işlemeye başlıyor yeniden,benim belirsiz sayacım,ne kadar burda kalacağımı bilemediğimden o da çalışıyor bilnmeze doğru..olsun çalışsın,işi ne!Bazen dursun bazen de hızlansın istiyorum aslında...Öyle anlar oluyor ki pişman oluyorum buraya gelip içime büküldüğüm için;ama ısınmış oluyor kabuğum,bırakamıyorum...Biraz uzak kalıp soğumasını beklemezsem kölesi oluyorum adeta...Aslında bu işin biraz da egoistlil olduğuna kanaat getireceğim yakında...Kendi enerjimin kölesi olmak!Düşündükçe korkuyor;korktukça daha da derinlere dalıyorum,nefesim yetmese de devam ediyorum dalmaya...Aman Allahım!!Isıtabilecek miyim bu sefer de kabuğumu?? neyse şimdi uyumalıyım.Yarın gene burada olacağız sonucta,ben ve benim sadık defterim...

imza: sert kabuklu eklem bacaksız ben

7 Haziran 2009 Pazar

YAŞ

Kirletiyor yaşayan insan ; yaşadığı gibi...

17 Mayıs 2009 Pazar

Bir şey yazdım minicik

image taken from www.melissalillie.com

Sen 4. tekil şahıslara karıştın;
Ben yemeğimi arılarla paylaştım
Köşeyi döndüğünde sen,
Ben çoktan yarama toprak basmıştım...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

“Biliyorum…”
Evet biliyordum sonunun da böyle olacağını nasıl üzüleceğini,beni vicdansızlıkla da suçlayacağını
Kalpsizdim belki,işe yaramaz düşüncesiz vicdansızın biriydim yani en azından öyle görünmüşüm bunca zaman
Artık ilgilemiyorum nasıl göründüğümle de ;ellerim acımış zaten yeterince çirkinliğimden,var mı daha berisi,manyak olmuşum; deli olmuşum ,kimsenin ciddiye almadığı soytarısı olmuşum çok mu?umursamaz gibi görünmek işlemiş içime demek ki,korkağın teki olmuşum varsın olsun…sen de böyle düşündün;hakkındı hayatındaki en büyük darbeyi bir an bile düşünmeden(sen öyle sanıyordun önemli olan da buydu)vurandım ben.Adinin tekiydim belki de.
İnsan kendini bağışlayamazken başkasını nasıl bağışlaması beklenir acaba?Vicdandan dem vurdukça kulaklarında vicdansız olduğum çınlıyor;ama biliyorum ki değilim,aslında aklın da kalbin de rahat ama bir yandan bir ses diyor değilsin kandırma kendini..Ne yaparsan yap değilsin.Kızma bu yüzden kendine de yok senin sucun çünkü;ama O’nun da yok ona da kızma,o kendini müdafaa mekanizması olarak senden kalanların hepsini bünyesinde toplamış,senden kalanlarla bir sen yaratmış korkuluk da olsa,arada seni görüyor korkuluğun düğme gözleri içinde,bunu da çok görme ona..

“suçlu yoktu zaten yanlış vardı”**

Senden kalanlar sen oldu artık onda,o da sahiplendi kendini buldu orada,samanlar düğmeler paçavralar hepsi ne kadar da sendi,ne kadar da kendi olmuştu..Sökülen yerleri dikmek en büyük zevkiydi,tüm küfürler ağzında kalbi ise hala dolu idi.Zevkler sevk oluyordu işte..Severim ya ben kelime oyunları da yapmayı…
“Bazı şeyler değişmez hayır asla değişmez” diye şarkı söylerken bunu kastediyordu tam olarak da,sen duymadın ama onun şarkısını,artık bir manası da yoktu ki zaten…
Dikişini yaparken eline iğne batacaktı,kanayacak elleri ala bulanacaktı,artık o bununla yaşamaya yaşadıklarını yamamaya alışmıştı..
Öte yandan bense burada ondan kalanların hepsini bir kutuya koymuş üzerine bir kurdele kondurmuş korkuluğumu toprağa veriyordum büyük bir görünmez seremoni ile..Herkes oradaydı bu törende,herkes…”Jenerik akmıştı”,sadece tadı kalmıştı işte..
Simdi ise elimde mor bir kolye bir tek onu sakındım tabuta koymaktan işte…

**"Suçlu yok yanlış var" Mehmet Şenol Şişli - Badlik Amiri

Super Mario Bros.

Hits